Pek çok kez, siyasi ve ekonomik krizlere rağmen iktidar, bekleme, görmezden gelme, geçiştirme ve zaman kazandırma hamleleriyle rejimini sürdürmektedir.
Sally Rooney’in son kitabıyla literatürümüze giren satranç terimi intermezzo kavramını derinleştirerek bu durumu açıklayabiliriz. Bir de kitabın ana kahramanlardan biri olan İvan’ın satrançbaz olması üzerinden bu kavrama yaklaşabiliriz. Satrançbaz (oyuncu), belirli bir tehdit veya zorunlu bir hamleyle karşı karşıya kaldığında, rakibinin beklediği hamleden önce bir ara hamle yaparak oyunun temposunu değiştirmeyi hedefler. Rakibi şaşırtmak, daha iyi bir konum elde etmek, zorunlu hamleyi geciktirmek ve rakibin planını bozmak üzerine kurulu bu taktiksel hamleye intermezzo denir.

Oyunun kurallarını etkilemek için toplumsal anlayışlar, beklentileri ve tepkileri yeniden belirlenmektedir. İktidarın hamlelerin değişen toplumsal yapılar ekseninde okumak gerekli. Türkiye’de hiçbir olayda AKP’li yetkililerin istifa etmemesi, baskının yoğunlaştığı dönemlerde zaman kazanarak bu baskıdan kaçma girişiminin belirleyici olduğunu gösteriyor.
Türkiye’nin ekonomik ve siyasal olarak Arap coğrafyasında ve Kafkasya’da etkili hale gelmesi, Türkiye burjuvazisine yeni alanlar açma girişimiyle AKP iktidarını sağlamlaştırdı. Böylesi tarihsel bir hamlede, kitlelerden gelen tepki, projelerin başarısız olduğunun ortaya çıktığı dönemlerde ve siyasi istikrarsızlık durumlarında iktidarın etkilenmesini engelledi. Erdoğan’ın AKP içinde tasfiye ettiği rakipleri arasında onu öne çıkaran en büyük özelliklerinden biri de, kendisine yönelen tepkilere karşı kayıtsızlığı ve bunları umursamamasıdır.
İnsan düşüncesini incelten, bireyin kendisini daha iyi anlamasını sağlayan ve belki de istifa etmenin en doğru karar olduğunu öğreten edebiyat, resim ve müzik gibi etkinlikleri kendi lügatından çıkaran; bunları en fazla kendi rejimine bir övgü aracı olarak görmek isteyen bir zihniyet, iktidarda kalmanın gücüyle siyasi yetkisini kullanmaya devam etmektedir. Türkiye’de pek çok şey hayal edilebilir ama Erdoğan’ın görevinden istifa edeceği akla bile gelmez. Demokratik tepkilere duyarsızlık, AKP Bonapartizminin bir erdemi olarak sunulmaktadır.
Gençliğin üniversitelerde özgürlükçü düşüncelerle karşılaştığını ve burada şekillendiğini bildiği için, üniversitelerdeki eğitimin seviyesini düşürdü. Böylece, kendi tabanındaki gençler, yaşamlarını ve kendilerini sorgulamak zorunda kalmadan üniversiteye girip mezun olabilir; devlet içinde memurluk için yeterli seviyeye ulaşırken, hiçbir devlet tezini sorgulamadan üniversite diploması alabilirler. Kendi tabanını üniversitelerden mezun ederken, diğer kesimlerden insanlar ise hayal kırıklıkları içinde yurt dışına çıkabilmenin yollarını aramaktadır. Üniversitelerin sayıca artması, toplumsal ihtiyaçlar üzerinden ve üniversitelerin demokratikleşmesi (öğrencilerin ve çalışanların kontrolünde olması gibi), akademik özgürlük gibi talepler üzerinden gelişmediği için önümüze devasa sorunlar koymaktadır.
Pasif devrim, devletin yeni kesimleri içkin hale getirerek kendisini yeniden inşa etme sürecinin adıdır. Hrant Dink ve Pasif Devrim Kıskacında Türkiye başlıklı yazımda belirttiğim gibi, AKP tabanı artık devlet memurlarına baktığında, kendisini gördüğü bir aynaya bakmaktadır; kendisiyle aynı dili konuşan ve benzer bir görünüme sahip bir devlet bürokrasisi oluşmuştur. AKP’nin göreceli olarak eğitimli kesimleri kendi hizmetinde tutarak iktidarını sağlamlaştırma çabası, çatışmalı bir boşanmayla sona erdi. Akademik eğitim kendi bürokratını çıkartacak kadar anlayışı hakim olmuş durumda.
Yaşamı güzelleştirmek için sanata değer vermek, sosyal yaşamın kalitesini artıracak etkinlikler ve onların yaratıcı hayal gücü yerine, AKP kitlelere gaz ve petrol kaynakları bulma, dünya lideri olma, kendi yerli uçağını ve arabasını yapma gibi hayaller sunuyor. Bu hayaller, sürekli bir döngü içinde yenileniyor; her yenisi geldikçe, eskisi yıllar içinde unutuluyor.
Tarih dizilerindeki hayali metinlere, kişilere ve olaylara duyulan hayranlık; günümüz siyasetinde üretilen hayali dünya siyaset analizleri ve beklentileri, bireyin kendi yaşamına olan yabancılığına karşı geliştirdiği bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. AKP’nin hayalleri bile distopik.
Kendi kitlesiyle kurduğu bu tür ilişkilerin yanı sıra muhalif kesimlere yönelik hamlelerini de belirli bir şablon üzerinden gerçekleştirmekte iktidar. AKP, kendisine yönelik kitlesel hareketleri –örneğin Gezi gibi – antidemokratik olmakla suçlarken, sandığa gitmenin tek demokratik imkân olduğunu iddia etmekte ve aynı zamanda muhalefeti hukuk yoluyla ambargo altına almaya çalışmaktadır. Yani, kendi imkânlarını sonuna kadar kullanırken, muhalefetin alanını da daraltmaktadır.
Satranç, geçmişte kalmış bir savaş halinin soyutlanmış bir biçimi olmasına rağmen, yaşamın birçok alanında uygulanabilecek hamle ve taktik tartışmalarına açık bir konumda durmaktadır. Satrançtan farklı olarak, burada hamleleri yapan taşların kendilerini mücadele içinde geliştirme zorunluluğu vardır. Yani, statik bir şekilde karşı tarafın hamlelerini beklemek yerine, kendi hamlelerini yaparken aynı zamanda kendi yapılarını da güçlendirecek hamleler geliştirmek gerekir.
Daniel Bensaïd, Foucault ve Deleuze’ün 1960’ların sonu ve 1970’lerin başındaki yenilgilerin ardından stratejik düşünceden geri çekildiklerini öne sürer. 1968’in başarısızlığının ardından bazı düşünürlerin devrimci siyasetin stratejik yönlerini terk ederek daha soyut, kültürel ve mikro düzeydeki mücadelelere odaklandığını iddia eder. Sıfır strateji olarak nitelendirdiği bu durumun, solun bir kesiminde baskın hale geldiğini savunur. Türkiye’de, iktidarın intermezzo hamlelerine karşı yaşanan tepkisizlik ve bu hamlelerin boşa çıkarılması, sıfır stratejinin etkisini gözlemleyebileceğimiz bir örnek olarak değerlendirilebilir.
BELİRSİZLİĞİN PENÇESİNDE: INTERMEZZO
Rooney, kitabında iki kardeşin birbirleriyle ve çevrelerindeki insanlarla yaşadığı sorunları ele alıyor. Küçük kardeş İvan aynı zamanda bir satranç oyuncusu. Ancak Rooney, kitabını yalnızca satranç üzerine kurmuyor; burada, farklı yorumlara açık bir isim kullanıyor. Yazar, bu ismin arkasındaki bir diğer anlamı da açığa çıkarıyor.
Bu bana Gramsci’yi düşündürüyor: “Eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele ediyor.” İçinde bulunduğumuz anla ilgili olarak, hayatımızın her alanında baskısını hissettiren kapitalist yapı da dahil olmak üzere, toplumsal yapılarımızın amaca uygun olmadığını ve yine de hâlâ orada olduklarını hissediyorum! Dolayısıyla, elbette ataerkillik de dahil olmak üzere, bir faydası olduğuna dair her türlü uzlaşı inancını tükettikleri halde varlığını sürdüren toplumsal formlarla boğuşma hissi var. Onların ötesine geçmek istiyoruz ama onları tam olarak aşamadığımız sosyal ve kültürel bir anın içine hapsolmuş durumdayız. Bir romancı olarak ilgilendiğim şey şu: Bu durum insanlara nasıl hissettiriyor ve yaşam üzerinde ne tür bir baskı yaratıyor? Sanırım bu mücadele ve kapana kısılmışlık hissi tüm çalışmalarımda var.
Rooney, Intermezzo terimini, geçmişin öldüğü ancak yeninin henüz ortaya çıkmadığı bir ara dönem olarak kullanıyor. Gramsci’nin reformist yorumları, merkezi bir devrim hamlesi yerine uzun vadeli bir hegemonya mücadelesini savunurken, Foucault ve Deleuze’ün sıfır strateji anlayışıyla paralel bir çizgide hareket eder. Ancak her iki akımın da akademik bir yönü olduğunu unutmamak gerekir. Gramsci, canavarlar dönemi olarak nitelendirdiği intermezzo sürecinde, iddia edildiği gibi kendi başına bir amaca dönüşen kültürel hegemonya mücadelesini savunmaz.
Kardeş ve sevgili ilişkilerindeki çıkmazları ve çatışmaları intermezzo döneminde ele alan Rooney, Aristotelesçi bir yol izler. Aristoteles, arkadaşlığı siyasi rejim üzerinden değerlendirerek tiranlıkta arkadaşlığın zorlaştığını, demokrasilerde ise arkadaşlığın mümkün hale geldiğini söyler.
Rooney’nin karakterleri arasındaki ilişkilerde de sürekli bir bekleme, belirsizlik ve tamamlanmamışlık hissi hakimdir. Polonyalı bir baba ile İrlandalı bir annenin çocuklarının kendi aksanları üzerine söyledikleri üzerinden doğan gerilimleri; göçmenlik, sınırlar ve ırkçılık gibi meselelerin toplumsal olarak aşılamadığı bir intermezzo döneminin ilişkilere yansıması olarak değerlendirebiliriz. Rooney’in kahramanlarını, kendimizi ve çevremizi bulabildiğimiz bir yansımanın çağındayız.